Olmayan baharın hayal dünyasındaki değişmez mevsim olma hegemonyası altında, çevresinde olup biten her şeyi bir ılık meltem eşliğinde gözlermiş hissi uyandıran herkes için, bir kâria’lık tohum bulsam diyorum.
Bahar diktatöryasına bile isteye teba olmuş kimselerin, mahmur gözleri ve mesrur gönülleri yanında, ara ara dudaklarına kondurdukları alelade “eyvah”lar ne kadar da sığ ve hükümsüz kalıyor. Baharın ahesteliği içinde dışarıdaki hazan için ağıt yakmaya çalışan insanın ağıtı onun olsun. Her şey yerli yerinde kalsın diye hayatının üstüne titrediği halde “bir diriliş” diye inleyenler lütfen gereksiz gürültü yapmasın. Artık ne garantici ümitvarlara, ne kuş sesleri arasında söylediği teselli cümleleri seçilemeyenlere tahammülüm kaldı. Mevcudu muhafaza kaygısıyla tirtir titrerken bir diriliş dellâlı olduğunu iddia edebilmek, sözümona başka yürekleri titretebilmek derdiyle gamlı olduğunu söyleyebilmek ne derin bir patolojik sorunun habercisidir ehli daha iyi bilir. Bir mahşeri göze alamayanların bir dirilişi olamaz. Ölmeden cenneti görmek isteyenlerin kârı beyhude bekleyişten başkası değildir. Çürümeden yeni bir vücuda kavuşulmaz. Alt üst olmadan düzen kurulmaz. Kıyametsiz ukba türküleri mırıldanmak ukbaya saygısızlık, haddini bilmezlik, illiyet prensibini vaz eden’e karşı yapılmış en büyük densizliktir.

Eğer mahşer kuracak fırtınayı içinde saklayan bir çekirdeğim olsa, önce kendi hayat arzıma ekerdim. Sonra o nüvenin semeresi bir avuç damızlık kıyameti baharkolik gönüllere serperdim. Kökünden sökülen yıllanmış ağaçlarını görünce feryadı basmalarına, damları uçan evleri karşısında sızlanmalarına aldırmadan kurulacak mahşerin buralara nasıl da yakışacağı düşüncesiyle kendimden geçerdim. Bir mahşerlik çekirdeğim olsa, o kıyametâşina gönülleri girdikleri her yürekte taş taş üstünde bırakmama seviyesine geldikleri zaman durmaktan kokuşmuş, kıyametsizlikten karbonlaşmış diğer hayatlar üzerine bir mübarek sefere yolculardım. Çaldığı kapılardan içeri süzülen, olmazsa eşikten bir yol bulup giren, hepsi de “hortum” soy isimli mahşerin bu öncü kuvvetleri başağa durabilseydi o nüvelerle, diplerine kanımla su verirdim. Bir mahşerlik çekirdeğim olsa, diriliş meyvesi verecek bu ağaç için en kalabalık sokakları arar ya da onu bir metropolün kucağına bırakırdım. En kök salmış hayatların orta yerinde patlamalı çünkü kıyamet, yanardağın eteğine değil ağzının dibine dikilmeli fidanlar, hala canlı kalanlar da derhal ölüm ünitesine alınmalı. Zaten ölenler için artık çok geç, mahşer tohumlarının bu akim topraklarda yitip gitmesine fırsat verilmemeli. Ebedî bir vücut meydana gelecekse, cennetler ehliyle buluşacak, müstahak olanlar cehennem kodeslerine tıkılacaksa, kıyametle bozulacak şey güneş sistemi olsa değer. Öyle ya Sânii Mutlak olan Zat, sanatını icra ettiği onca muhteşem besteyi, ukba televvünlü yeni bir güfte yazmak için bî huruf-u lafzu savt bırakmıyor mu? Ya sen insan, “avâlim sende pinhan” diye mi bu kıyametten kaçış? Söylesene kaç takımyıldızın söner yani toplasan, kaç samanyolu’n imamesi kopmuş gibi dağılır? Sanal değil sahici bir bahar için, birkaç saksı çiçeğini gözden çıkarsan ne olur yani? Galaksilerini ve yemîn’inde madvi olan sonsuz fezasını mahşere kurban eden Rabbinden örnek al. Bir diriliş uğruna ne kıyametler koparıyor bak, koca dağlarını pamuk gibi savuruyor, “Milyon yıllık düzen bozulur mu hiç?” demeden taze bir hayat için hiçbir “eski”ye hayat hakkı tanımıyor. Şimdi, hala kıyamete karşı ayak dirediğine göre ya dirilişi gerçekten istemiyorsun yahut çıkacak boranda zarar görmesinden korktuğun şeylerin, semavât ve aradîn’den daha kıymetli olduğunu iddia ediyorsun.

Yapma, haşir yerine boğaz köprüsünden gidilmez; haşir zamanı gün doğumlarıyla gelmez; mahşer de evinin yakınındaki şehir meydanına kurulmaz. Zaman ve mekânı tümden gözden çıkarmadıkça, söz konusu evin ve adın dahi olsa adresleri ve isimleri tamamen unutmadıkça kıyameti hayatına nasıl buyur edeceksin? Kıyametle barışmazsan nasıl dirileceksin? En önemlisi de dirilmenin bedelini ödemezsen şu çağrıya nasıl icabet edeceksin: “Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne uyun.” (Enfal, 24) Hayat bahşeden ve dirilten talimatları Allah ve Rasûlü verdiğine göre, mahşerî ürün veren tohumun hangi tezgâhta satıldığı ayan olmuştur. En büyük mahşer çekirdeği ayet ve hadisler, bu kıyameti yönetecek ve mahşer koordinatlarını verecek en büyük kumandanlar da yüce Allah ve Elçisi (s.a.v)’dir. Madem dirilmek kıyameti iltizam ediyor, Kur’an ve sünnetle buluşup dirildiğimizi iddia etmeden önce mazimizde kaç kere ve kaçar derece depremler yaşadığımıza bakmalı ve bir kıyamet çetelesi tutmalı değil miyiz?

Evet, bakışları büyük mahşere kilitli insan, küçük mahşerleri, kıyamet ve zelzeleleri yoldaşı yapmayı göze almıştır. Ahiret inancı kıyamet inancı olmadan taşınamayacağından, dikkat edin, haşr-u neşre inanmış insan diriltmek istediğinde hayatını, gömleğinin altında sağır edici sayhaları, ceplerinde ise kalpleri hallaç edecek kıyametleri taşımaktadır. Eğitimciler, örnek ve önder kimseler; herkes itiraf etmeli ve “Demek bir gönlü diriltmek, önce kendi hayatımızda kıyamet suruna üfürmekle mümkün.” demeli. Aklımızda ve dahi evimizde her şey yerli yerinde dururken, sevilenler yad olmaz, vazgeçilmezler bir bir gözden çıkarılmazken kimsenin gönlüne bahar getiremeyiz biz. Kur’an, “kendisi bizatihi hayat olan şeylere çağırdığında” değil, “(ileride) hayat verecek şeylere çağırdığında” diyor ve kıyamete çağırmanın aslında dirilişe, zahiren hayatı alt üst etmeye çağırmanın da aslında hayatın kendisine çağırmak olduğunu beyan ederek dirilişin felsefesini yapıp duran, ama kıyameti sevimsiz bulan birilerine gönderme yapıyor ve “Çağınızın İsrafilî solukları olmaktan korkmayın.” vurgusunda bulunuyor.

İmkân olsa, masa başında bilmem hangi eserin teshil ve tezhibiyle uğraşan ilim adamının, seminerden seminere koşarak harap olmuş hayat kasrımızın güneşlenmekte kullanılan balkonunu onarmak için dil döken hatibin, mezun olduktan sonra hangi tezle yüksek lisans yapacağını düşünen öğrencinin, çocuğunun namazında niyazında olması duasına gözyaşlarını kattığı halde mutedil ve işte en fazla çevredeki akranları kadar dindar olmasını istediğinden ailelerinin düzenini bozacak sınırları elleriyle çizen annenin, torununun dindar ve konforlu bir hayat yaşabilmesi için gireceği işle kendisinin emekli maaşı önünde hiçbir engel tanımayan dedenin kalbine mahşer çekirdeği serpmek için neler vermezdim… Eski hayatımızdaki her şeyin, yönlerin bile üstünü çizmekten korkmadığımız gürültülü bir kıyamet sabahına uyanmaya baştan ayağa yenilenmiş bir hayat için ne kadar ihtiyacımız var… Yoksa düzenli uykularımıza, üç öğün konup kalkan sofralarımıza, çay eşliğinde yapılan bol kahkahalı aile toplantılarımıza, cebimize her ay mutat giren aylıklarımıza son kez bakıp bu hayatın pimini çekmeyi ve tok karınlı çok şükürlerin kalemini kırmayı göze almadıkça dirilişimiz hep bir ütopya olarak kalacak…

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir