Yüce Allah, zamanın boynuna mübarek günleri kıymetli birer taş gibi dizdiği göz alıcı bir gerdanlık iliştirmiş sanki. Uçsuz bucaksız zaman caddesini, belli aralıklarla diktiği kandillerle ışıtmış belki. Günün başına beş namazı, haftanın başına Cuma bayramını, senenin başına da bayramları taç diye iliştirivermiş. Tam nefessiz kalıp sema ile irtibatımızın kesildiğini zannetmeye başladığımız bir anda, mutlaka ötelerden bir köprü atarak bizi denî olandan ulvî olana çağırmış, hemen yolumuzun üstünde bir tepecik var edip ciğerlerimizi oksijenle doldurmamız için bizi onun zirvesine davet etmiş…

Allah’ın kulları yine çok sıkıntılı günler geçiriyor. Allah’ın arzı, belki daha önce çok az şahit olduğu ölçüde isyan ve tuğyanlarla adeta kıyamet için gün sayıyor. Ümmet belini doğrultmak için başının üstünde gezen ayaklardan kurtulacağı günün hayaliyle ancak nefes alıyor. İşte böyle bir anda, bayramla başka bir alemin kapısı aralanıyor. Bir kere daha kronikleşen sorunlarımız karşısında şevkle şahlanma, zaman zaman karanlık gözüken istikbale ümitle kanatlanma ve topyekun tecdid-i himmet eyleme mevzuunda muazzam bir fırsatla yolumuz kesişiyor. Bütün sene zehir olsa, onu tatlandırmaya yetecek kadar koyu kıvamlı şerbet gibi günlerden biri daha bahtımıza gülümsüyor. Konsantre bir saadet iklimi olan bayram, sulandırıp sulandırıp kullanmasını bilenler için gelmiş ve gelecek bir seneyi tamamen tatlandırmaya yetiyor.

“Şu perişan halimize bakan üzerimize dört tekbir alırken, bayram yapmak da ne ola?” diyenler çıkabilir. Kardeşlerimiz zorbaların tasallutundayken bayram nedeniyle huzur ve ferahlık hissetmeyi ümmet vücudunun bir uzvu olma hakikatine ihanet sayanlar da olabilir. Ancak bayramlar, zamanın hakimi Allah’ın kapı kullarına hediye dağıtmak için seçip ilan ettiği günler olması zaviyesinden, dağıtılacak hediyelere karşı müstağni kalamayacak olan herkesin şöyle böyle sevinip mutlu olması gereken zaman dilimleridir. Yani bir padişah halkının tamamını saray kapısına davet edip çeşitli ikramlarda bulunacağını vaad ettiğinde, tebasından padişaha saygı duyup hürmet eden hiç kimse bu çağrıya kayıtsız kalamadığı gibi, bayram vesilesiyle yer halkını mağfiret ve rahmetine çağıran Yüceler Yücesi tarafından avucuna konacak atıyye ve bahşişlere muhtaç olduğunu itiraf eden her kul da bu günleri gözü aydın, yüzü aydın bir şekilde idrak eder. Şeker ya da harçlık dağıtılacağını duyduğunda sıraya girip kuyrukta kendisine yer bulmaya çalışan çocuklar gibi bayram yapmaya koşar; Sultan’ın kapısında durur, elini açar, bohçasını yere serer ve o sehavet ve kerem denizinden kendi payına düşecek ikramı almak için sırasını bekler. Bu yüzden bayramı bayram gibi duymamak, bayramın sahibine karşı küstahlıktır. Gönlünde yüzü yerde gezen müslüman kardeşlerinin hüznü varsa da, yüzüne bayrama yakışır bir tebessüm kondurup onun ferah-fezâ iklimine girmemek için direnmek en basit tabirle kabalıktır. İşte bu yüzden, “Her şeye rağmen yine bayram!” deyip bayrama sıcak bir merhaba demek zorundayız.

Yalnız semayla mı, aynı zamanda yer halkıyla da tanışıp kaynaşmak için bayram paha biçilmez bir fırsattır. Küskünlüklerin bitirilmesi, nefretlerin Kaf Dağı’nın ardına gönderilmesi, kinlerin yedi kat yerin dibine gömülmesi, enaniyetlerden oluşmuş buz dağlarının ateşe verilmesi için bayram kadar güzel bir vesile biliyor musunuz? Hayır, ne kadar arasanız arayın, tüm bunları yapmak için bayram kadar uygun bir zemin bulamayacaksınız. Tabir-i diğerle bayramda bunları başaramazsanız, artık en az bir sene daha sırtınızdaki bu manevî kamburlarla yaşamak zorunda kalacaksınız. Kurbanlarınızı ellerinizle muhtaçlara verin, hatta mümkünse yoksul mahalleye kondurulmuş bir gecekondunun mutfağına kendi ellerinizle eti yerleştirin. Emin olun tuttuğunuz torbada kibrinizi, bencilliğinizi, hodgâm ve pişkin tarafınızı da dağıtmış olacaksınız. Ya da haritada göstermekte zorlanacağınız bir ülkeye kanat takıp gönderin kurbanlığınızı, bilin ki bu sayede kalbiniz, kurbanlığınızın kanının aktığı yere kadar genişleyecek ve devasa bir muhabbet coğrafyası halini alacaktır. Artık oraya hakkınızda gıybet eden, size iftira atan, dedikodunuzu yapıp yüzünüze karşı hakaret edenler bile sığabilecek, kalbinize oturmak için gelen herkes, kendine bir yer bulabilecektir. Söyler misiniz, kalbinizi genişletme egzersizlerini bu kurban da kaçırırsanız, yerlere ve göklere sığmayan yüce Allah’ı içine alacak kadar vüsat kazanmış bir kalbi nasıl ve ne zaman kazanacaksınız?

Bayram etle, şeker ve ziyaretlerle bayram olmaz. Bayram, bayramı bahşeden kapıyla rabıtanız ölçüsünde bayramlaşır. Yani herkesin bayramı, kendisinin bayramlaştığı kadardır. Bayramlaşmak için de kurbanlaşmak gerektiğine göre, belki de şöyle demeliydik; herkesin bayramı kurbanlaştığı kadardır… Neyi kast ettiğimiz anlaşıldığına göre işte şimdi söyleyebiliriz; bayramınız bayram olsun, yalnız kesilenin değil, kesenin de Hakk’ın hüküm kılıcı karşısında gözü bağlı, eli bağlı, boynu emre uzatılmış, nihayet kendisi tüm zerreleriyle amade bir kurbanlığa dönüştüğü bayramlar sizin olsun. Cuma tepelerinde cemal-i bâ-kemali müşahede ile sermest olacağımız gerçek bayramlara yetişene kadar, afv ve mağfiret kurnalarına koştuğunuz mecazî bayramlar, ömrünüzün kandilleri olsun. Bayramınız mübarek olsun efendim…

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir